Sistem Bozulunca,
Edirne Emniyet Müdürlüğünde Şube Müdürü olarak görev yaptığım esnalardı,…
Benim Müdür Yardımcıları ve Emniyet Müdürüyle aram pek hoş sayılmazdı,... Ben bir şeye dikleştikçe yada “ Olmaz! ” dedikçe. Onlar da ellerine bir şekilde bir fırsat geçti mi, benim burnumu sürtmeye çabalarlardı.
Şimdi düşününce, o zamanki halimi, sanki yel değirmenlerine karşı savaş açmış Don Kişot’a benzetiyorum kendimi.
Düzeltebildiğim her hangi bir şey oldu mu derseniz, çok rahatlıkla, “Hayır olmadı,” diyebilirim,…
Kendimce, yanlış gördüğüm şeylere karşı çıkmak ve o konularda tartışmak artık benim adeta karakterim olmuştu.
Oysa Allah uzun ömürler versin, annem her zaman bana tembihlemiştir;
“ Oğlum, ne öne çık, nede arkada kal. Sen orta yoldan şaşma! Sende bilirsin bizim Allahtan başka hiç kimsemiz yoktur. İtle, köpekle dalaşma! Onları koruyan, kollayan, onların arka çıkanı çok olur. Biz düştük mü, bizim elimizden tutan olmaz, tam aksine bize üstüne bir de tekme vururlar… Aman ha evladım, gözünü seveyim! ” derdi.
Belki beni sevenlerim de vardı ama kendilerine her hangi bir zarar gelmemesi için mümkün olduğunca benden uzak durmaya çalışırlardı. Kısacası genelde ‘ köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı diyeceksin ’ anlayışının çok net bir şekilde hâkim olduğu bir toplum olduğumuzdan, kendilerini bir şekilde korumaya alıyorlardı. Haklıydılar da aslında, kurumsallaşamamışız maalesef ve ‘ At sahibine göre kişner ’ sistemini kendimize geçerli kılmışız.
Biri geliyor, “ Öyle!” diyor, sonra diğeri geliyor “ Yok, o öyle değil, böyle! ” diyor,… Bizde bu aradaki gel – gitler gibi olmuşuz işte,…
Anlayacağınız gelen ne derse, o doğru oluyor! Belki doğrunun doğrusu olmasa da, o gelenin doğrusu hepimizin doğrusu olmuş oluyor. Derken bir değişlik oluyor, bir bakıyorsunuz bu sefer de o gelmiş olanın doğru, belki de tam tersi olan bir şey doğru olmuş oluyor,… Kimsede sürdürdüğümüz bu hayat oyununa itiraz etmiyor ve tartışmıyor,…
Ben Edirne’ye atandığım ilk yıl İstihbarat Şube Müdürlüğüne bakıyordum.
Bir gün Müdür Beyin makam odasına girdim, imzalatacağım evrakları kendisine imzalattım. Döndüm tam çıkmak için hareket edeceğim esnada,
“ O memurlarına bir çeki düzen vereceksin! ” diye emir verir tarzda, arkamdan seslendi.
Yüzümü döndüm,
“ Pardon müdürüm, ne söylemek istediğiniz anlayamadım, ” dedim birazda şaşkınlıkla!
Bizim çalıştığımız şube; Müdüriyet binasından uzakta, farklı bir yerde idi. Müdür Beyimiz de çalıştığımız şubeye hiç gelmemişti. Acaba bana bağlı memurlarımdan birisinin bir terbiyesizliğini mi görmüştü diye meraklandım?,...
“ Memurlarına söyle bugünden itibaren artık adam gibi giyinecekler, buna uymayanlar olursa seni sorumlu tutarım! ” dedi.
Kendisi çok eski bir emniyet müdürlerimizden biriydi. Neredeyse yaş haddinden memuriyeti sona ermek üzereydi. Buna belki birkaç senesi ya kalmıştı, ya da o kadar da yoktu. Ömrünün çoğu müdür rütbesinde geçmişti,…
Ben işin açıkçası, müdür beyin ne demek istediğini tam çözememiştim.
İnsan beyni bir konuşmayı nasıl alıp, işleyip, cevap vereceği kelimeleri seçip, sıralayabiliyorsa işte,…
“ Müdürüm kusura bakmayın, anlayamadım, ” demek zorunda kaldım.
“ Müdüriyette sivil çalışan memurlar nasıl giyiniyorlarsa, senin memurların da o şekilde giyinecekler. Günlük saç sakal tıraşlarını olacaklar, saç sakal bırakmayacaklar. Takım elbise giyecek, kravatlarını takacaklar, ben ensesinde tüy çıkmış memurlar istemiyorum! ” dedi.
“ Benim şubemin personeli için mi söylüyorsunuz bunları sayın müdürüm? ” diye sordum.
“ Evet! ” dedi.
“ Benim şubem, görevi icabı, istese de sizin dediğiniz gibi öyle giyinemez müdürüm, ” dedim hiç düşünmeden ve “ Öyle giyinen olursa da, ben onu şubemde tutmam!,... ”
“ Onlar benimde personelim değil mi? Ben öyle istiyorum, bundan sonra,” dedi. “ Yakaladığımın canını yaktığım gibi senden de bunun hesabını sorarım,…”
Ben Diyarbakır’dan Edirne’ye atandığımdan beri kendisiyle aramız bozuktu ve tartışmayı uzatmanın da anlamı yoktu.
“ Peki müdürüm,” dedim, odadan çıktım.
Ben bu konuda memurlarıma en ufak bir söz söylemedim. Yalnızca kendilerine;
“ Müdür beyin olduğu yerlerden uzak durun! ” talimatı verdim.
O müdürümüz gitti, sonra yerine yenisi geldi. O da gitti, gelen de bir yenisiyle değişti, bu böyle devam etti.
Gelen Emniyet Müdürümüze resmi bir kanal yoluyla bir şikâyet mektubu gelmiş,...
Öğretmenlikten ayrılmış genç bir bayan yazmış, 23 - 24 yaşlarında, Uzunköprü ilçesinden,...
Genç bayan Mektupta; Uzunköprü'de bir apartman dairesinde yaşamış olduğunu, geceleri kapıları, pencereleri kilitleyip, kapının arkasına da masa, sandalye, döşek gibi bir sürü şey yığdığı halde, uzaylıların duvarlardan süzülerek evine girdiğini ve her gece kendisine tecavüz ettiklerini, Uzunköprü'de fırınlarda üretilen ekmek ile manavlarda satılan sebze ve meyvelere, asker ve polislerin, zehir bulaştırdıklarını, Uzunköprülüleri öldürmek için hepsini yavaş bir şekilde zehirlediklerini, uzaylılar ile polislerin beraber çalıştıklarını, her gün birkaç evi kundakladıklarını, arabaların lastiklerini patlattıklarını,…
Benzer bir sürü şey yazmış, uzunca bir mektup,
Emniyet Müdürümüz beni çağırdı ve mektubu verdi, okudum.
Evet herhangi bir tıp eğitimi görmedim ama ruh sağlığı bozulmuş bir insan tarafından yazılmış olduğu daha ilk anda belli oluyordu.
Müdürümüz bana “ Seni ‘muhakkik’ tayin ettim, işte bu da görev yazın, ” dedi.
Çok şaşırdım. Yazılanlar resmen ipe sapa gelmez gayriciddi şeylerdi.
Müdür beye, " Müdürüm, bu bizi ilgilendiren bir olay değil. Bunun feleği şaşmış, kayığı su almış! Bu bayan doktorluk falan, " dedimse de, beni dinlemedi.
" Gidip, inceleyip, rapor hazırlayıp geleceksin, " dedi.
‘ Şeytan azap da gerek ’ derler ya,… Bu mektupta yazılanların saçma sapan şeyler olduğunu en az benim kadar o da biliyordu.
Burnumun dikine doğru gidince, olacağı buydu, müdür beyde olayı inada bindirmişti!
Mecbur, gidip -geleceksin! Emir demiri keser. Sıkıyorsa hadi gitme!
Saat 10 civarıydı. Şoförle beraber hizmet arabasına binip, Uzunköprü'ye vardık. İlçe Emniyet Müdürü çok sevdiğim kolejli bir kardeşimdi. Kendisine neden oraya geldiğimi söyledim ve mektubu okuttum.
" Abi ne istersen emrin olur, " dedi.
Yazılanları okuduğunda üzüldüğünü hissettim.
“ Ağabey, keşke gelmeden önce bunu bir sorup, bizimde bir fikrimizi alsaydınız, biz böyle şeyler yapacak insanlar mıyız? Bizim ailemiz, çoluk çocuğumuz uzayda mı yaşıyor? ” diye sordu.
Gönlünü almak için bir - iki şey söyledim. Hala kalbinin kırıklığının geçmediği belli oluyordu.
“ Ağabey bu kadını burada biz hepimiz tanırız. Kafa gitmiş. Bir yıldan biraz fazla öğretmenlik yapmış, kafayı yiyince de öğretmenlikten ayrılmış, gelmiş. Bir kardeşin olarak beni dinlersen evine gitme, telefonla onu buraya çağır, ” dedi.
“ Neden? ” diye sordum.
“ Polislerden nefret ediyor. Siz evine gidince bu kadın mahalleyi ayağa kaldırır. Sizin için saçma sapan şeyler söyler, sonunda pislik üzerinize yapışmasa da leke bırakır, ” dedi.
“ Ne gibi pislik atabilir ki? Biz dürüst olarak görevimizi yaptıktan sonra! ” diye merakımdan sordum.
“ Tecavüz etmek istiyorlar! diye bağırsa ne yapacaksınız? ”
“ Kimse inanmaz ki ” dedim,
Yüzünü acımsı bir gülümseme kapladı.
“ Takdir sizin abi! Uzaylılar tecavüz ediyor deyince, koskoca Emniyet Müdürü, sanki olabilir bir şeymiş gibi inanıyor da, sizi soruşturma için resmi onay alıp buralara gönderiyorsa,…” dedi.
Durdu, söylemek istediğinin devamını toparlamak ister gibiydi.
“ - Bana tecavüz etmek için gelmişler - dediğin de, sizce bu olaya nasıl bakar büyüklerimiz? ” diye yol gösterir gibi sordu.
İçimden; “ Ulan oğlum olur mu olur, defterini dürmek için zaten fırsat kolluyorlar, bu tuzağa düşme! ” dedim.
İyi, güzel tamam da, kadının da ifadesini almamız gerek! Bu nasıl olacak? Görevimizi de sonuçta yapmamız lazım,…
Bir huyum vardır, herkesten akıl almayı severim. Büyüğüne küçüğüne, makamına, mevkisine bakmam, dinlerim.
“ Sence ne yaparsam uygun olur? ” dedim.
“ Abi, baştan söyledim ya, aç telefonu çağır müdüriyete. Gelirse gelir, gelmezse tutarız iki satırlık bir tutanak, olur biter, ” dedi.
“ Tamam, öyle yapalım o zaman, ” dedim.
İçimden “ Gelmek istemezse, tutanak tutarız da, yeniden düşünmem gerekecek, ” diye geçirdim.
Mektupta kadın, telefon numarasını ve ev adresini de belirtmişti. Müdüriyetten telefon açtım, kadın telefona çıktı. Mektubundan bahsettim, bu konuyu araştırmak için geldiğimi ve Müdüriyette, bildiklerini anlatması için ifadesini alacağımı, evden aldırmak için resmi bir polis arabası göndereceğimi söyleyince, ( kadın biraz da kendince haklı olarak ) itiraz etti ve kesinlikle gelmeyeceğini söyledi.
İlçe müdürü kolejli kardeşimin makamından aramıştım telefonla. Haliyle o da konuşmalarımızı duymuştu.
“ Abi, sen illa bu kadının ifadesini almak mı istiyorsun? ” diye sordu.
“ Eee, Buraya kadar gelmişiz. Hemen pes etmek de olmaz. Biraz daha uğraşmam gerekir de, nasıl? ” diye ben de ona sordum farkında olmadan,…
“ İşin kolayı var abi. Şimdi aklıma geldi. Annesi de hemen onun evinin yakınında oturur. İyi bir kadıncağızdır. Ona durumu söylersen belki yardımcı olur, ” dedi. “ Annesi ne derse yapar! Ondan başkasını dinlemez,… ”
Madem annesinin evi de yakınlarındaydı, madem onun söylediklerini her zaman dinlerdi, işte yapılacak iş ortaya çıkmıştı. İlçe Emniyetinin bir resmi ekibini de alarak, annesinin evine gittik. Zemin katta oturuyordu. Kapıyı açınca, içeri girmeden, kapı önünde durumu ona anlattım.
Kızının ifadesini almamız gerektiğini, bunun için görevlendirildiğimizi söyleyince, kadıncağız, kızının problemleri olduğunu, bu mektuplardan, aklına geldikçe, Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı, Genel Kurmay Başkanlığı, Valilik gibi her tarafa yazdığını, fakat ilk defa bizim ciddiye aldığımızı söyledi.
" Mademki gelmişsiniz, size yardımcı olacağım, " dedi. “ Siz benimle gelmeyin, ben onu ikna ederim, sonra sizi çağırırım, gelirsiniz. ”
Kızının evine gitti. Biz uzakta beklerken, oda kızıyla beraber çıktılar, eliyle ‘ gelin ’ diye işaret verince yanlarına gittik, arabaya aldık, hep birlikte müdüriyete gittik, bize ayrılan odada ifadesini almaya başladık. Tüm ifade boyunca annesinden ricada bulunduk oda kırmadı bizi ve yanımızda kaldı sağ olsun.
İfadesinde yine aynı iddialarda bulunuyordu, farklı bir şey yoktu. Mektubunda şikâyetçi olduğu konuların haricinde son derece aklı başında bir insan intibaı bırakıyordu bende. Şikâyet mektubunda yazdıklarına gelince, onlarda bir adım geri gelmiyordu. İçtenlikle bu söylediklerine inanıyordu.
“ Uzaylılarla polisler bir olmuş her gün birkaç evi kundaklıyorlar diyorsun, hiç şikâyetçi olan yok, buna ne diyorsunuz hocam? ” diye sormuştum.
“ Ben kendi gözlerimle görüyorum. Onlar korktuklarından söyleyemiyorlar, ” demişti.
İlçede yanan ev sayısı ise yok denecek kadar azdı. Olmayan yangınlara yürekten inanıyor olmalıydı.
Bir ara kapı çalındı, İlçe Emniyet Müdürü içeri kafasını uzattı;
" Abi, saat 1 oldu, size ne yemek söyleyeyim, " dedi.
Acıkmadığımızı söyleyip, teşekkür ettim, bir - iki kere ısrar etse de kabul etmedim.
( Kolej de bize öğretilen katı kurallardan biri de; Her zaman, abiler ısmarlar kuralıydı,... )
Ne olursa olsun, iş ciddi yapılmalıydı. İfadesini çok titiz ve detaylı almaya çalışıyordum. Bir ara karnımın acıktığını hissettim. Memura sorunca, o da acıktığını söyledi ( saat 14 falan olmuştu) yardımcı hizmetliyi çağırdım, eline bir miktar para verdim ve bize 2 tane " yarım ekmek " tost getirmesini rica ettim.
O gelesiye kadar biz de ifadeyi bitirdik. Gelince de ısmarladığım tostları yedik,...
İlçe Emniyet Müdürü kardeşim vedalaşıp ayrılırken;
" Bir yemeğimizi yemedin be abi! " siteminde bulundu.
" Başka zaman inşallah, " diye cevapladım.
Arabaya bindik, Edirne'ye döndük.
Müdürün makamına çıktım, Olanı biteni anlattım, evrakları önüne koydum.
" Bir muhakkik olarak soruşturmalık bir durum görmediğimi " belirttim.
Müdür Bey, " Tamam," dedi, makamdan çıktım.
Müdürün makam odasının bulunduğu katta, Müdür Yardımcılarının odaları da vardı. Müdür yardımcısı (Yı), makam odasının kapısı önünde dikiliyordu. Beni görünce, biraz sırıtarak, biraz güler gibi yaparak;
" Ne yaptın İsmet, gelsene anlat biraz " dedi.
Gittim, odaya girdik, Bir başka Müdür yardımcısı daha odadaydı. O da beni görünce gülümser gibi yaptı,
" İsmet hoş geldin, ne yaptın bakalım? " diye sordu.
“ Saçma bir mektuptu. Müdür Bey’e de söyledim ama yine de gönderdi, ” dedim.
Yaşadıklarımı anlatmaya başladım. Bıyık altından güler gibi, dinliyorlardı. Öğlen yemeğiyle ilgili “ tost ” ısmarladığımı söyleyince, birden ciddileştiler;
“ ( M… ) sana yemek ısmarlamadı mı? ” diye sordu.
“ Valla, sağ olsun, kardeşim çok üsteledi de, biz tostla idare ettik,… ” dedim.
“ Nasıl yani? O ısmarladı, sen kabul etmedin, öyle mi? ”
“ Öyle! ”
“ Sen böyle yaptığın müddetçe, niye sevilmediğine hiç şaşırma! ” dedi.
Buna suratları asılmıştı. Neden öyle olduğunu ilk anda çözemedim.
“ Eeee, Sonra? ” diye sordu.
“ Sonrası ne olacak? Atladık arabaya, geri döndük. Müdür bey’e raporu verdim, okudu, - tamam - dedi, ben de çıktım! ”
( Yı ) abi makam koltuğuna oturmuş masanın üzerine koyduğu dirsekleriyle, çenesini iki eline dayamıştı. Umutsuz bir ruh haliyle konuştu;
“ -Sen şimdi harcırahta almazsın! ”
Bakışları hoşuma gitmemişti.
“ -Ne harcırahı ya? Devletin arabasıyla gitmişim gelmişim. Bunun harcırahı mı olurmuş? ” diye biraz terslercesine cevapladım.
Küçümser ama biraz sinirli bir şekilde bana bakarak,
“ Öğlen yediğiniz yemeğin parası kimden çıkacak? ” diye sordu.
Tuhaf bir soruydu,…
“ Yemek yemedik ki, tostla geçiştirdik, ” dedim.
“ Tost most, ” dedi, “ Bedavaya mı veriyorlar? ”
“ Gitmesek, burada kalsak, öğlen yemeği yemeyecek miydik? Para vermeyecek miydik? ” diye sordum.
“ İstersen tabii ki vermezsin! Binersin arabaya, gider evinde yer gelirsin, ” dedi. “ Orada böyle bir imkân var mı? Yok! Babanın işini mi yapıyorsun ki? Sonuçta devletin işi, nasıl göndermesini biliyorsa, aç karnını doyurmasını da bilecek. Bunlar bizim kazanılmış haklarımız. Biz daha fazla nasıl alırız diye çabalarken, senin gibiler, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan etmeye çalışıyorlar! ”
Suratı turşu satanlara benzemişti. Birkaç ‘ cık cık ’ çekti, diğer müdür yardımcısının yüzüne baktı. O da, kapalı ağzının dudaklarını bir tarafa kıvırttırarak, başını yukarı doğru kaldırdı, “ Bunun gibilerden adam olmaz, boşuna uğraşma,” der gibiydi.
Meşhur ' çıkış zili ' çalmıştı.
“ Bana müsaade abiler. Siz bildiğiniz gibi yapın,” dedim. “ Ben sizin ne yaptığınıza hiç karıştım mı? ” diye de sordum.
Tam kapıdan çıkarken ( Y....) abi arkamdan cevabı yapıştırdı;
“ Karıştırmadığın iş mi var? Biz seni bilmiyor muyuz? ” ,…
“ Boş ver bunlarla dalaşmayı” dedi içimdeki ses, “ Sen yürü git, işine gücüne bak. "
Odamın kapısını kilitlemek için o tarafa doğru yürürken, bir sene öncesine kadar normal olup da, öğretmenlikten ayrılma kızın durumu aklıma düştü.
“ Bir insan, sapasağlam bir insanken, nasıl olur da bu hale gelebilir?” dedi içimden bir ses. “ İnsanın sistemi nasıl bozuluyor ki? ” ,...