Seyredenler hatırlayacaklardır 1956 yapımı High Society (Yüksek Sosyete) filmini. Başrollerini Grace Kelly, Bing Crosby ve Frank Sinatra' nın paylaştığı bu eğlenceli filmde, elit bir ailenin ilişkileri ve hayatı anlatılır. Fakat kimse şaşırmasın, ailenin genç, çok güzel ve şımarık kızlarından birini canlandıran Grace, sıradan ve fakir bir gazeteciyi oynayan Frank'e aşık olmaz. Bu durum genellikle bizim dizi ve filmlerimize özgüdür.
Lügatımız ''Sosyete'' sözcüğünün anlamını şöyle açıklıyor: Gelir düzeyi yüksek ve kendilerine özgü bir yaşam biçimleri olan topluluk. Bahsi geçen toplum üyelerinin ise; en az bir üniversite mezunu ve yabancı dil bilmesi gibi bazı ortak özelliklerinin olması gerekiyor.
Ayrıca bütün dünyayı gezip dolaşmış olacak. Spor yapacak ve sanatla ilgilenecek. Elit bir moda ve zarafet tarzı olacak, soylu bir aileden gelecek.
Bizde soyluluk kavramı olmadığı için yüksek sosyete denilen sınıfın olması da pek mümkün görünmüyor. Koç ve Sabancı gibi zenginlerimizin de bir veya iki nesil öncesinde sıradan ailelerden geldiğini görüyoruz. Halbuki söz konusu vasıflara üç nesil öncesinden sahip olunması gerekiyor ki, bu sınıfa dahil olsun.
Dizi filmlerimizin pek çoğunda ise sosyeteye mensup olarak gösterilen erkeklerin aklı fikri hep kenar mahalle kızlarında oluyor. Onları elde etmek için ne mümkünse yapıyorlar.
Ve ne hikmettir ki, gerçek hayatta zengin bir ailenin oğluyla birlikte olmak için yanıp tutuşan pek çok genç kızımız da, filmlerde genellikle bu tabakanın yakışıklı, eğitimli şık, ve gözde erkeklerinden fare görmüş gibi kaçıyorlar ve varoşlarda yaşayan bir erkeğe aşık oluyorlar.
Ayrıca, filmlerimizde – sosyeteler - de ne ararsanız var. Mafya babalığı, avam düşünce tarzı, ahlaksızlık, cinayet işlemeye ve işkence yapmaya yatkınlık, karaktersizlik, hırsızlık, ırz düşmanlığı... vs gibi.
Oysa bu tabakaya mensup olanların daha özgür, uçuk yaşantıları olsa bile; adam öldürüp, mafya gibi takılmaz, gecekondu semtlerinde de evlenmek için eş aramazlar. Kendilerinden olmayanları içlerine kabul etmezler.
Fakat gerçek hayatta nadiren de olsa buna benzer hadiseler yaşanmıyor değil... Uzun zaman önce Sabancı ailesinden bir genç kız, aşık olduğu büfecilik yapan bir gençle gizlice evlenmişti. Fakat çok kısa bir süre sonra ayrılmış, büfeci genç de ait olduğu yere yollanmıştı. Bunun dışında çok bilinen örneklerinden bir diğeri de sanatçı Ajda Pekkan’dır. Yıllar önce sosyeteden evlendiği Coşkun Sapmaz ile iki gün içinde boşanmıştır. Böylece Pekkan' ın ömrü boyunca en çok istediği sosyeteye gelin gitmek durumu da hayal olmuştur.
Ama gelin görün ki, pek çok dizi filmlerimizde, sonradan görme zenginler - sosyete - olarak gösteriliyor. Kaldı ki memleketimizde gerçek sosyete denilecek bir sınıf yok denecek kadar az. Örnek vermek gerekirse Eczacıbaşı ailesi olabilir. Koç ve Sabancı ailelerinin de üçüncü nesli sayılabilir. Bunların dışında gazeteci ve yazar Güneri Civaoğlu' nun, bazı sanatçı ve edebiyatçıların da bu topluluğa ait olduğu söylenebilir.
Bu cemiyete mensup kişiler ise kendi toplumsal özelliklerini taşıyan kadın ve erkeklerle evli yada beraberdirler. Çoğu da televizyon kanallarındaki dizi filmlerden bihaberdir zaten. Seyrediyorlarsa da, içten içten gülüyorlardır herhalde!
Perşembe günü bu konunun devamında görüşmek üzere, esen kalın.
Kutlarım Sevgili Emel Karabay.. Bizin toplumumuz daha kendini bulmadan üst üste o kadar çok erozyon yaşamıştır ki, aristokrat bir tabaka oluşmadığı gibi her döneminde sapla samanı karıştırmıştır.
Sosyete kavramının bizde ve Avrupa'da farklı oldugunu ögrendık..tbrler EMEL HANIM..Eline saglık..
Yüreğine sağlık sy yazarım