Zaman zaman hepimiz kitap okumaktan bahsederiz, ama önemli olan okumak değil, nasıl okuduğumuzdur. Sosyal hayatın akışı içinde kitap okuduğunu söyleyen, mutlaka kitap okunması gerektiğine vurgu yapan ya da okumayı çok istediği halde fırsat bulamadığından şikayet eden pek çok insanla karşılaşırız.
Aslında bu alışkanlığı olan insanları hemen tanımak mümkündür, laf olsun diye okuyan insanlardan farklıdır. Çünkü onlar için bu eylem bir yaşam biçimidir. Onlar okumak için mutlaka zaman yaratırlar. Okuduklarını gerçekten anlar, anlamaya çalışır, araştırır ve analizini yaparlar.
Kitapların verdikleri güzel ve doğru mesajları alır, hayatlarına taşırlar. Ayrıca başkalarının da kitaplarla tanışmasına vesile olurlar.
Yıllar önce iş hayatından tanıdığım bir hanım benim bu özelliğimi bildiğinden benden kitap isteyince; Rus edebiyatının çok severek okuduğum eserlerinden , ''Dr. Jivago'' adlı kitabı vermiştim. Okuyup getirdiğinde, merakla kitabı nasıl bulduğunu sordum. Yüzünde asık bir ifadeyle (Açık öğretimi bitirmiş ve modern, aydın görünme gayreti içinde biri olmasına rağmen; aradan uzun yıllar geçtiği halde benim bugün bile unutamadığım şu cevabı verdi.)
''Hiç sevmedim, adam karısını aldatıyordu'' dedi. Maalesef bir edebiyat şaheserinden anladığı bu kadardı. Ama bu hanım konuştuğu zaman kitap okumayı seven ve herkesin okuması gerektiğini savunan biriydi. Yıllar sonra, şimdi bu konuyu yazarken,
Çehov'un ''Üç Kız Kardeş'' adlı oyunu aklıma geldi.
Bu tiyatro oyununda, küçük bir kasabada yaşayan aristokrat bir ailenin yaşı geçkin kızları evlerine her gelen misafire
''Moskova ya gideceğiz Moskova ya gideceğiz" derler.
Oyun boyunca bu cümleyi o kadar çok söylerler ki, oyunu seyredenlerin içlerinden
'' Gidecekseniz gidin yaa! Moskova yarım saatlik mesafede.'' demek gelir.
Aslında herkes bilir ki, onlar Moskova'ya gitmeyi değil, ''Moskova' ya gideceğiz'' demeyi, bunun düşüncesini sevmektedir.
Bazı insanların kitap sevgisinin de tıpkı böyle olduğunu düşünüyorum. Onlar kitap okumayı değil, kitap okuyormuş gibi konuşmayı ve görünmeyi seviyorlar.
Esen Kalın.
Sizler yazdıklarınızdan sorumlusunuz, ne anladıklarından değil...
Okuduğu kitabın anlatımı ne kadar gölgeli de olsa anlatımda ki anlam derinliğini kitap okumayı yaşam biçimi haline getiren sanatçı ruhlu insanlar doğru yorumlayanlar bilir ancak..!! Sabah tanyeri de günün kızıllığı okyanusa vururken bile, "Denizin en dip derinliklerinde sessiz ve gizemli karanlıklar nice sırları saklar..! Sözün özü: Özünde değerler saygısının cevheri olmayan gafil her mamaya gereken kıymeti verebilir mi.?
Çok güzel
Tebrik ederim Emel hanım, oldukça önemli bir konuyu gündeminize taşımışsınız. Okuyan, zaten okumak ve okuduğunu anlamak için okur. Bu sayede; bilgi, görgü ve düşünme yeteneği geliştirmiş, yakınlarını ve çevresini de aydınlatmış olur. Aynı zamanda oluşan bu bilgi ve değer, okuyanı yazmaya da iter. Bu birikimin üretime dönüşmesi ve paylaşılması icap eder. Herşeyden önce de sindirerek okumak, bireyi sevgi dolu, topluma saygılı ve yararlı, düşünebilen, yaratıcı bir insan yapar. Sevgiyle kalın.
Yazmaktan çok okumayı seven biriyim mesela bir poliklinikte tıp dergilerini okurum birşeyler öğrenebilirim diye. Ansiklopedi, roman, hikaye, gazete vs. hep okurum gece yatmadan önce sakin kafayla gazetemi okur ve öyle yatarım.
Harika bir yazı. Okumak en büyük olgudur.
Yine de hiç okumayandan iyi midir acaba? Değil kitap, gazete bile okumayan bir kaç kişi var uzak çevremde. Çok güzel anlatmışsın ama, tebrikler.
Bakmakla görmek arasındaki fark ne ise okumuş olmakla okumak arasındaki fark da öyledir.Güzel yorumlamışsınız tebrikler.
Çok güzel kaleminize sağlık...
Çok güzel kaleminize sağlık...
Tebrik ederim. Zevkle okunabilecek yazılar. Teşekkürler.
Harikasınız Emel Hanım Teşekkürler Kaleminize sağlık.
Çok teşekkür ederim.